Bir gün; bedelini kanın ve canın ile ödeyerek kurmuş olduğun bu devletten vazgeçerek, sonu Rum’a teslimiyetle bitecek, azınlık haklarını içeren yeni bir süreç önüne geldiğinde,
Bir gün; sana el, ele; gönül, gönüle vererek göndere çekmiş olduğumuz Ay Yıldız’lı Bayraklarımızı, o şan ve şeref burçlarından indireceksin denildiğinde, Bir gün; sana asırlardan beri Türbedar’lığını yaptığın, Şühedanın kanı ile canı ile ‘Vatan’ yaptığın bu topraklar için sonucu, ‘Rum’a teslimiyete giden’ yeni bir plan önüne konulduğunda!
Son söz senin…
Böylesine bir teslimiyetle karşı, karşıya kaldığında;
Andımız olsun ki, bu topraklar bizimdir diyerek, Ata’larının vasiyetine ve emanetine sadık kal.
Özgür iraden, Türk Milletinin bir parçası olmanın gururu, şanlı tarihine olan borcun ve ecdadının mirası; senden sadece bu kararı beklemektedir. Vereceğin karar; ya sana çoktan hak ettiğin uluslararası arenadaki tanınmayı, ya da içi kimi süslü beyanlarla bezeli, ‘’Birleşik Kıbrıs’’ sürecini getirecektir
‘Birleşik Kıbrıs’ ile bitecek bir mutabakat; Tek devlet çatısı altına alınmış, egemenliği olmayan, tek halk kavramıyla yok edilmiş, anavatan Türkiye’nin garantörlüğünün ve Türk askerinin olmayacağı bir son olacaktır. Kıbrıs adasında hür ve bağımsız, millet ve devlet kavramıyla yaşayabilmek için:
Ata’larından sana miras kalan örfüne, geleneğine, diline, dinine, bayrağına, vatanına ve ‘Türk Milletinin’ ayrılmaz bir parçası olarak kalabilmenin bu değişmez niteliklerine sıkı, sıkıya sarıl ve bağlı kal.
Sabırlı, azimli, inançlı ve kararlı ol. O topraklarda, ‘Türk olarak yaşamanın ve Millet olmanın’ bedeli budur.
Bu bedel:
‘Tarihten Gelen Çığlıklar’ ve ‘Şehitlerimizin’ kanı ile ödenmiş olup; hiç bir neden uğruna senin ne Rum’a, ne de onların işbirlikçilerine ödeyeceğin bir borcun yoktur.
Türkiye’nin Kıbrıs adasına olan ilgisi nedendir? Türkiye neden Kıbrıs’tan vazgeçmez?
Öncelikle şu gerçeğin altına çizmek gerekirse; Kıbrıs konusuna, ‘’Milli Dava’’ niteliğini Türk Milleti vermiştir. Dolayısıyla bu tarihi gerçek, Türkiye’nin Kıbrıs’a olan ilgisinin temelini teşkil eder.
Diğer önemli bir husus ise; ülkemizin 1959-1960 yıllarında imzalanan Londra ve Zürih anlaşmalarından doğan ada üzerindeki yasal haklarıdır. Hiç kimse bu anlaşmalar 1963 ve 1974 yıllarında adada yaşanan gerçekler nedeniyle ortadan kalkmıştır diyemez. Çünkü o yıllarda yaşanan tarihi sürece Rum tarafı neden olmuş, Türkiye’de bu anlamaların kendisine tanıdığı yasal garantörlük hakkını kullanmıştır.
Zaten uluslararası camia 1968 yılından beri süregelen taraflar arası müzakereler sürecinde de, Rum tarafının gayrı yasal bir biçimde AB’ye üye olduğu 2004 yılında beri de; 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımakta, 1959 ve 1960 anlaşmalarına göre kurulan yapıyı esas almaktadır.
Aslında burada göz ardı edilen önemli bir husus vardır ki, kısaca özetleyecek olursam; 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı, 1964 yılında adanın kuruluşuyla ilgili tüm anlaşmaları feshettiğini resmen açıklamış, Kıbrıs Türk tarafını anayasal ortaklıktan atmış, 1963 olayları ile neredeyse Kıbrıs Türk’üne adayı zindan etmiş, 15 Temmuz 1974’te adada gerçekleşen darbe ile Helen Cumhuriyeti adında illegal bir oluşum gerçekleşmiştir.
Ama ne yazık ki BM’e üye ülkeler, yaşanan bu tarihi gerçekleri göz ardı ettikleri gibi, 20 Temmuz 1974’de Kıbrıs Türk Halkının topluca imha edilmesini önlemek ve adanın Yunanistan’a ilhakına mani olmak amacıyla, garantörlük hakkını kullanarak bu oldubittiye mani olan, sadece adaya değil; aynı zamanda Yunanistan’a da barışı, özgürlüğü ve demokrasiyi getiren ( bu harekât sonrasında Yunanistan’da bulunan cunta yönetimi yıkılmış ve demokratik yönetim yeniden tesis edilmiştir. ) Türkiye suçlu sandalyesine oturtulmuş, adada işgalci ilan edilmiştir. İşte bu gerçek, batılı ülkelerin ikiyüzlü politikasının ta kendisidir.