Uygulanan bu politikalar, Kıbrıs Türk’üne hiçbir yarar sağlamadığı gibi Kıbrıs Milli Davamızda verilen tavizler sonucunda haklı ve kuvvetli olduğumuz pek çok hususta aşınmalar yaşanmış, bir adım önde olma mantığı ile uygulanan her hamle, kendi kalemize attığımız altın gollerle sonuçlanmıştır!
AB ile yürütülen bu ilişkilerin o döneme rastlayan en acı yanı, Türkiye’nin Gümrük Birliği anlaşmasını imzalamasından sonra 29.Temmuz.2005 tarihinde; Ek-protokol’ü imzalamasıyla ortaya çıkmıştır!
Çünkü Kıbrıs Türk Halkı; neredeyse AB’ye feda edilme durumu ile karşı, karşıya kalmış ve KKTC’nin AB önündeki kozlarının büyük bir bölümü yok edilmiştir!
Yani o dönemde, ‘AB’ye giden yolda tren kazası olmasın’ denerek, AB treninden atılan Kıbrıs Türk’ü olmuştur!
KKTC’nin; AB ile olan ilişkilerini, iç politikalarındaki gelişmeler ile birlikte, 3 Kasım 2002 (Türkiye’de AKP’nin iktidara gelişi) ve 14 Aralık 2003 (CTP’nin KKTC’de iktidara gelişi.) tarihlerinden itibaren değerlendirecek olursak; aşağıda yapacağım tespitler ile karşılaşırız:
Bu ilişkilerin AB müzakerelerinin yol haritasında, KKTC’nin yaşaması ve uluslararası arenada tanıtılmasına yönelik değil! Tam tersine, ‘Birleşik Kıbrıs’ yaratma hedefine yönelik olduğunu görürüz!
Kıbrıs’ta taraflar arası çözüme ulaşılması için oynanan oyunların senaryosu, her seferinde olduğu gibi İngiltere ve ABD tarafından yazılmış, daima Rum- Yunan ikilisinin isteklerine uygun bir oyun sergilenmiştir!
Son dönemde, bu oyuna yeni bir oyuncu daha katılmıştır! Bu oyuncunun adı AB’dir!
Tüm bu oyunlar oynanırken; KKTC’de o dönemde mevcut iktidarın, Anavatan Türkiye’deki hükümetin bu senaryolara yaklaşımı, BM arabuluculuğunda ve müzakereler sürecinde bu sorunun çözülmesine odaklanmıştır.
Ancak bu süreç; son dönemde BM zemininden, olmaması gereken AB zeminine kaymıştır!
AB ise her ilerleme raporu öncesinde Türkiye ile olan görüşmeleri ve müzakere başlıklarını; Türkiye’nin Kıbrıs’ta vermesi gereken bir dizi tavizlere bağlamış, bu güne kadar da hep aynı politikanın ısrarcısı olmuş ve olmaya devam etmektedir!
Özellikle 24. Nisan. 2004 tarihinde İngiltere’nin tezgâhladığı ve dönemin BM Genel Sekreteri’nin adını taşıyan Annan planı öncesinde, KKTC’de yaşananların neler olduğu artık herkesçe bilinmektedir!
O dönemi bir tek cümle ile izah etmek gerekir ise psikolojik savaşın tüm kurallarının uygulandığı bir hezeyan dönemidir!
Ve ne yazık ki, Kıbrıs Türk Halkı kandırılmış; ona vaat edilen her şeyin içi boş çıkmıştır! Ortalığın toz duman olduğu o teslimiyet döneminde, insanın en çok içini acıtan şey ise Şehitlerimizin isimlerini taşıyan cadde ve sokaklarda ne idiğü belirsiz bez parçalarının ‘bayrak’ diye sallanmaları olmuştur! Tüm bu hezeyanlar yaşanırken ne yazık ki! Adada mevcut hükümetin temsilcileri de, Kıbrıs Türk’üne AB ye girişin anahtarını ve pasaportlarını vaat etmiştir!
Ama sonuç tam bir fiyasko olmuştur!
Dünya tarihinde ilk defa; kendi kurduğu devletinin ortadan kalkması adına referandum sandığı dayatması ile karşı karşıya kalan Kıbrıs Türk Halkının % 65’i, içeriği dahi bilinmeyen bu 19.000 sayfalık tuzak plana ‘Evet’ demiş!
Ancak Rum tarafı ise ezici bir çoğunluk ile Hayır diyerek; bir anlamda KKTC’nin varlığının devamına onay vermiştir!
Annan planı; İngiliz Lordu David Hanney’in güney Rum kesimi anayasasını esas alarak hazırladığı, hedefinde; zamana yayılmış bir şekilde Türk Askerinin adadan ayrılması, Türkiye’nin garantörlüğünün sona ermesi, 1974 yılı sonrasında Kıbrıs’a yerleşen vatandaşlarımızın Kıbrıs’tan gönderilmeleri, Rumların 1974 öncesi tüm mal varlıklarına ve evlerine kavuşmalarıdır.
Bu planın temelinde; Kıbrıs Türk’ünün tekrar göçmen ve kısa bir süre sonra da Rum’a yama olması vardır!