10’LARIN İZLERİYLE TÜRKİYE (59)

05.04.2024
... dünden devam

Ertesi sabah Tabur Komutanımın (Rahmetli Yarbayım Arap Burhan, nur içinde yatsın.) yanına giderek, bu esirleri ne yapacağımızı sordum?

O da ne yapılacağının kararını bir türlü veremiyordu. Boğaz bölgesindeki esir toplama bölgesine göndermeye kalksak, nasıl ve hangi araçla gönderecektik? O sayıda insanı gönderebilecek ne aracımız, ne de başka bir imkânımız vardı.

Bunun üzerine tabur komutanıma döndüm:

"Komutanım, ben esirleri serbest bırakmayı öneriyorum" dedim.

Bulunduğumuz yer Lefkoşa Rum kesimine iki, üç kilometre mesafedeydi. Hemen önümüzden geçen asfalt yolu (bu yol, Lefkoşa sanayi bölgesinin hemen önünden geçerek, tam cephe hattımızda bulunan, Rumların Eğlence köyüne ve Lefkoşa Rum kesimine gidiyordu…) takiben giderlerse; bir saat içinde kendi bölgelerinde olabilirlerdi.

Tabur Komutanımız da bu önerimi uygun bulmuştu…

Bunun üzerine süratle esirlerin bulunduğu yere giderek, Mariya'yı yanıma çağırdım. Kendine verdiğimiz kararı ve serbest bırakılacaklarını izah ettim ve en geç bir saat içinde Lefkoşa Rum kesimine gidebileceklerini söyledim.

Mariya böylesi bir durumu yaşayan bir insanın ne yapması gerekiyorsa, onu yaptı.

Önce bir sevinç çığlığı attıktan sonra; minnet duyguları ile yaşaran o yemyeşil gözlerini, gözlerime dikerek:

"Sizlere minnettarız, bizlere insanlık dersi verdiniz, çok teşekkür ederim.

Şunu da belirtmek isterim ki, bu durum aynı şartlarda Türk kadınlarının ve kızlarının başına gelmiş olsaydı; bizim askerlerimiz, çoktan ırzlarına geçmiş, çoğunu da öldürmüşlerdi. Seni ömrüm boyunca unutmayacağım cesur Türk" diyerek, boynuma sarılmıştı…

Kısa bir süre sonra 187 kişiden oluşan Rum esirlerin serbest olduklarını ve Rum kesimine gidebileceklerini öğrendikleri andan itibaren; 'özgürlüğe giden o yolda' nasıl koştuklarını, o yaşlı insanların, emzikli bebekli annelerin, küçücük çocukların onları hayata kavuşturacak yolda nasıl koşuşturduklarını, savaşın içerisinde yaşanan bu insan sefilliğini acı içinde izledim…

Onların, o sivil halkın her ne olursa olsun, savaşın acımasızlığı içinde dahi yaşamaları onlar için bir haktı.

Bu hakkı onların elinden almak hiç kimseyi haklı göstermezdi.

Hele, hele Türk askerinden aman dilemiş, bizim adaletimize sığınmış bu insanlara dokunmak, onlara zarar vermek; ne bizim askerlik şanımıza, ne de inancımıza yakışırdı.

Sonuçta da öyle oldu.

2'nci Harekâtın ilk gününde ve öncesinde, 'onlar, o esirler'; savaşın o acımasız yüzünü gördüklerini; ölümle burun, buruna geldiklerini sandıklarında, aslında bizim namus ve şerefimize emanet edildiklerini kavrayamamışlardı. 

Ama onlar bu gerçekleri ve Türk insanının o çok anlatılan tarihsel niteliğini, âlicenaplığını, merhametini, düşmanı dahi olsa, kendisinden aman dileyenlere karşı gösterdikleri insanca davranışı, o gece yaşayarak öğrendiler…

Bundan daha gurur verici bir tablo olabilir miydi?

Rum esirleri o gece ve sabahında özgürlüğe, yaşama doğru koşarlarken;  Aynı gece ve o gecenin sabahında, kendileri gibi esir düşen ama Rum askerlerine ve E.O.K.A teröristlerine esir düşen eli silah tutmayan sivil Kıbrıs Türk Halkının, bu insanlık düşmanı hainler tarafından kahpece katledildiklerini, ancak harekâttan sonra ortaya çıkarılan toplu mezarlardan öğrenecektik. (Muratağa, Atlılar ve Sandallar katliamları, toplu mezarları)

Devamı yarın...
"Siyaset" Diğer Yazılar