10’LARIN İZLERİYLE TÜRKİYE (57)

03.04.2024
... dünden devam

Savaşın tüm acımasızlığının yaşandığı o zaman kesitinde gün batmış ve bulunduğumuz yerde, toplam 187 Rum sivil esirimiz olmuştu.

Onlar artık bizim namus ve şerefimize emanetti. Aman dileyen insana el kaldırmak, zarar vermek bir kere dinimizce de günahların en büyüğü idi… Gecenin karanlığı çökmeden esirlerin çevrede bulunan domuz çiftliklerinden birisinin kapalı bir barakasında toplanması emrini verdim.

Kısa bir süre sonra sivil Rum esirlerin bulunduğu bölgeyi görmeye gittiğimde, gerçekten de büyük bir insanlık dramına şahit oldum.

Bu insanların hepsi aç ve susuzdu. 20 Temmuzdan – 14 Ağustosa kadar geçen süre neredeyse bir ay olmuş, toplanan esirler bu uzun sürede ne yapacağını bilmez bir halde oradan, oraya savrularak, güneye Rum kesimine geçmeye çalışmışlar ve bir şekilde de hayatta kalmışlardı.

Görünen o ki, çok bitkindiler ve artık onlara göre yolun sonuna gelmişlerdi! Ne yapacaklarını bilmez bir haldeydiler!

Çocuklar ağlaşıyor, yaşlılar dua ediyor; anlaşılan o ki, kadınlar, genç kızlar korku dolu gözler ile etrafı inceliyor, başlarına ne gibi bir felaketin geleceğinin hesabını yapıyorlardı…

Ama yanılıyorlardı. İşte tam bu anda Türk askerinin, doğuştan gelen ve Türk olmanın en önemli hasleti devreye giriyordu.

Çünkü 'Mehmetçik' merhametliydi ve bu güne kadar savaş meydanlarında kendisinden aman dileyene asla zarar vermemiş, yan bakmamıştı.

Yine öyle oldu.

Rahmetli bölük başçavuşum Banazlı Cafer Çınar Başçavuşu yanıma çağırarak, Rum esirlerin bu bitkin halini göstererek; 'sana emir vermiyorum, sadece bu insanların durumunu gören öncelikle subaylarımdan, astsubaylarımdan ve askerlerimden onlara yardım etmelerini, üzerlerinde bulunan yiyecekleri, suyu bu muhtaç insanlarla paylaşmaları için bu isteğimi onlara iletmeni istiyorum…"Dedim…

Aradan çok kısa bir zaman geçmişti ki, susuzluktan dudakları parçalanmış, 18 Temmuzdan o ana kadar sıcak bir kaşık yemek dahi yememiş, sadece üzerinde taşıdığı birkaç peksimet, birkaç konserve ile hayatta kalmaya, çevreden buldukları ile beslenmeye çalışan benim o kahraman, yiğit askerlerim;

Mataralarındaki belki de son su damlalarını, üzerinlerinde taşıdıkları son yiyecek lokmalarını;  Rum bebekleriyle, yaşlı insanlarıyla, Rum anneleri ile paylaşmak için esirlerin toplandığı yere getirip bırakmaya başladılar…

Bu manzara karşısında içim inanılmaz bir coşku ile dolmuştu.

Rum esirlerin yaşamış oldukları bu insanlık dramını içine sindiremeyen, belki de onların yerine bir an olsun kendi analarını, babalarını, eş ve çocuklarını koyan askerlerim; günlerden beri aç ve susuz olmalarına rağmen, savaşta bir asker için en önemli olanı yapıyor, onların açlığını bastırabilecek tüm yiyeceklerini ve sularını, Rum esirleri ile paylaşıyordu…

Hele, hele öylesi bir olay yaşandı ki, bu hazin insanlık tablosuna apayrı bir insanlık dersi katmıştı.

Bu hüzünlü tabloyu gören bir askerim yanına gelerek:

'Komutanım şu yakın mandırada inekler var. İzin ver bir koşu onları sağıp geleyim, esirler arasında bebekli anneler var, savaş sütten kesilmelerine sebep olmuş. O bebelere yazıktır komutanım…'

Ne diyebilirdim ki? Tüm bu yaşananlar, insan olabilmenin erdemi ise bu erdemin adı: "Türk insanıydı, yüreği tertemiz Mehmetçikti."

Rum esirleri; onlar için toplanan yemek ve içeceklerle, bebelerine getirilen sütle baş, başa bırakarak, savaşın içindeki diğer görevlerimin başına döndüm…

Devamı yarın...
"Siyaset" Diğer Yazılar