10’LARIN İZLERİYLE TÜRKİYE (86)

04.05.2024
... dünden devam

Ama Kıbrıs Savaşlarına katılan her Mehmetçik gibi cesur, azimli, dirayetli, beyin ve fizik kabiliyeti yüksek ve hepsinden önemlisi inançlı ve imanlı askerlerdik.

Tarih sayfalarının altın harflerle yazdığı gibi:

'Zafer Süngünün Ucunda' ise; bu gerçeği tarih sayfalarına kazıyan da biz piyadelerdik…"

19 Temmuz'un güneşi batıyordu, hava kararmaya başlamıştı artık…

Binlerce askerin bulunduğu bu bölgeye inanılmaz bir sessizlik çökmüştü! Sanki büyük bir patlamaya gebe gibiydi gündüzün sonu!

Araçlarla birlikte yanımızda getirmiş olduğumuz kıta yükünün çiğ olarak yenebilecek kısmından Mehmetçiklerimize dağıttık, bu yiyecekler, belki de savaş öncesinde kendi ülkemizde yiyebileceğimiz son yemekti. Ancak su ve susuzluk büyük bir problemdi…

Taburumuz artık tamamen istirahata geçmişti. Çevre nöbetçilerinin dışında herkes, hepimiz yarın sabah neler yaşayacağımızın derinliklerine dalmıştık, kimimiz en sevdiklerinin hayaliyle, kimimiz ise; vicdanımızla baş başa…Bir an kendimle, kendi iç sesimle baş başa kaldım!

Bedenimi sarmalayan, üniformam, başımı koruyan çelik başlığım, savaşta kullanacağım silah ve teçhizatım, beni hayata bağlayacağına inandığım bir matara suyum, ayağımda botlarım (ki, bu botlarımı, savaş meydanına indikten tam 22 gün sonra ayaklarımın altındaki deriyle birlikte çıkaracaktım! Çünkü savaşın gerçekleri insanoğlunun tüm bedenini ele geçirdiği gibi o bedeni taşıyan ayaklarını da ele geçiriyordu…)

Ve beynimde dolaşan yüzlerce soru!

O anda tüm bedenimi sarmalayan, ruhumun derinliklerine kadar işleyen duygu karmaşam, beynimi üç şeye kilitlemişti!

Savaş, yaşamak ve ölmek…

Şakaklarımdan süzülen ter damlacıkları, bu duygu karmaşasından uzaklaşmama; dudaklarımda eriyen bu ter damlacıklarının tuzlu tadı ve mataramdan içtiğim bir yudum su, kendime gelmeme neden olmuştu. Kana, kana içtim mataramdaki ılık sudan. Sanki yurdumun bu güzel suyunu bir daha içemeyecekmişim gibi kana, kana…

Oh ne güzeldi hayat! Henüz 26 yaşındaydım, genç bir üsteğmen. Benim gibi on binlerce genç cesur yürek. Hepsi göreve hazır; gözler hep aynı yöne bakıyor, aynı hedefe kilitli: Kıbrıs…

Zaman sanki kum saati şekline bürünmüş; kalan ömrümüzün hesabını yapar gibiydi! Tabur komutanım Bnb. Turgut Aksoy'dan, Yüzbaşı Süha Baykara, Üsteğmen Kamil Aslan ve ben; taburumuzun bulunduğu yerden, sahile doğru yürümeye başladık.

Ovacık'ın bu küçük sahil şeridinde, vatan topraklarında oturup, bir şeyler yiyip, en azından bir çay içebileceğimiz bir yer vardır diye düşünmüştük!

Ama savaşın gölgesi bu sahillere de düşmüş ve her yer boşaltılmıştı! Savaşın o soğuk yüzünü bir an unutmuşken; bu tablo, o acı gerçeği tüm çıplaklığı ile bize hatırlatıvermişti! Terk edilmiş lokantalar, kimsesiz çay bahçeleri, neşeli kahkahaların olmadığı ıpıssız bir sahil…

Güneş kıpkızıl bir tepsi şeklini almış; yavaş, yavaş Akdeniz'in o koyu lacivert sularına doğru gömülürken, adeta etrafa kıvılcımlar sıçratıyordu… Yarın şafak doğarken, cehennemi bir yaşamın içinde olacağımızın bilinciyle bir niyet tuttum, dua ettim…

"Allah'ım, bu cehennemi yaşamı bizim için kolaylaştır. Kolaylaştır ki, sevdiklerimize, sevenlerimize kavuşabilelim…"

Denizin enginliklerini bir çizgi gibi ayıran ufuk hattı, en sonunda o güzelim güneşi yutuvermişti! Bir an, bu hattın hemen ardında, ağzından alevler fışkıran bir canavarın bizi beklediği gibi bir his kapladı içimi!

Savaş denen canavar; işte orada, ufuk hattının hemen gerisinde kalan Kıbrıs adasında bizleri bekliyordu.

Devamı yarın...
"Siyaset" Diğer Yazılar