‘’Hayatta
her hata bir ders, ne hata biter ne ders…’’
Tam 43 yıl geçmiş o
savaş günlerinin ardından…
Yıllar öncesine
dönmek; o günleri tekrar yaşamak, satırlara dökmek, savaşı anlatmak ne kadar
zor!
Hele,
hele kana kan; cana can katarak kurulmuş bir devleti anlatıyorsa o zaman,
Hele hele gönderlere çektiğimiz, çekilmiş ay
yıldızlı bayrakların gölgesine emanet edilmişse şühedalar…
Sonrasında
ne çok şey değişmişse, neler neler görmezden gelinmişse, duyulmaz olmuşsa tarihin
derinliklerinden gelen nice sesler!
Nasıl anlatmalı,
nasıl yazılmalı tarihe ışık tutacak gerçekler?
Ama yine de her ne
yaşanırsa yaşansın;
Kıbrıs’ta, o gazi
topraklarda vatan ve vazife uğruna savaşan; ‘milli davamız’ diye anılan Kıbrıs
konusunda pek çok kitaplar yazan kalemim, bir kez daha anlatmalı o günleri, bir
kez daha tarihe not düşmeli…
İşte yakın tarihimize şanla, şerefle yazılan
20 Temmuz 1974; İşte Kıbrıs Türkünün adada
ki yaşam geleceğini aydınlatan Girne’den Doğan Güneş:
Büyük Türk Milletinin sade bir vatandaşı
olmanın gururuyla, onuruyla…
Hemen belirtmeliyim ki, konu henüz tam anlamı
ve açıklığıyla anlatılmamış, harp tarihi inceleme ve araştırma tekniğiyle
açıklanmamıştır…
Kıbrıs Harekâtının bilinmeyen yönleri,
açıklanmayan belgeleri de mutlaka mevcuttur, konu ise henüz kapanmamıştır.
Kıbrıs’ta bir anlaşma ortamı değil; sadece bir
ateş kes anlaşması mevcuttur. 1968 yılından bugüne çözüm adına defalarca
kurulan müzakere masası; GKRY ve Yunanistan’ın uzlaşmaz tutumu nedeniyle, her
defasında bu ikili tarafından devrilmiş, çözümden uzaklaşılmıştır.
Hal böyle olunca bu
harekât henüz bitmemiş, ara verilmiştir de denilebilir!
Çünkü kaybeden taraf, bir anlaşmaya
yanaşmıyorsa eğer; düşündüğü bir başka şey vardır!
O da ‘çatışmadır’; anlaşmanın alternatifi
çatışma ortamı yaratmaktır. Zaten 15 Temmuz 1974 tarihinde de adada ki Rumlar,
Yunanistan Cuntasının desteği ile o savaşı yaratan ortama neden olmuş; adayı
Yunanistan’a bağlamak istemişlerdi…
Türkiye 1960 yılında imzalanmış uluslararası
antlaşmalardan doğan ‘Garanti ve Güvenlik’ hakkı nedeniyle Kıbrıs’a müdahale
etmiş; Rumların Kıbrıs Türk Halkını topyekûn ortadan kaldırmasını, adanın Yunanistan’a
bağlamasını önlemiştir.
Eğer 43 yıldan bugüne adada bir çatışma
yaşanmamışsa; bunun tek bir nedeni vardır; o da adadaki barışın teminatı olan
Türk askerinin varlığıdır.
Ve…
‘’43 yıl önce o gece…
Tarih: 20 Temmuz 1974, saatler
05.00…
Yüzbaşı Süha Baykara’nın kulağına yapıştırdığı transistörlü o radyodan,
dönemin Başbakan’ı rahmetli Karaoğlan’ın, Sn. Ecevit’in sesi duyuluyordu:
‘’…Şu andan itibaren paraşüt birliklerimiz ile çıkartma birliklerimiz
dalga, dalga Kıbrıs semalarına inmeye; Girne kıyılarına çıkmaya başlamıştır.
Tanrı, Kahraman Silahlı Kuvvetlerimizi
muzaffer kılsın.’’
Tarih 20 Temmuz 1974…
Girne’nin 10 km. kadar batısında
küçük bir plaj vardı…
Günün ilk ışıkları,
pırıltılarını yeni yeni bırakıyordu bu küçük plajın üstüne… Yaşamın tüm
güzellikleri yansıyordu coşkulu çığlıklar atan turistlerin gönlüne…
Özellikle İngiliz turistlerin
tercih ettiği bir yerdi bu küçücük koy. Yumuşacık bembeyaz kumuyla, dalgaların
oynaştığı, denizle kucaklaştığı kuytusuyla, sessizliğiyle herkese sevdirmişti
kendini…
Derinliği 9 metre, uzunluğu ise;
ancak 100-150 metre kadardı. Yola çıkmak için yüksekçe bir setin aşılması
gerektiğinden olacak, herkes kolaylıkla gelemezdi…
Zaten, etrafı bomboş bir
arazinin kenarına sıkışıvermişti. Buradan çok nadir zamanlarda bir araç
geçerdi…
İşte o plaj;
O cumartesi sabahı her zamanki
gibi gerine, gerine uyandı. Güneş, Beşparmakların ardından Girne semalarını çoktan
aydınlatmıştı…
O alımlı plajın etekleri yavaş,
yavaş ısınmaya başlamış, dümdüz deniz yumuşacık dalgalarıyla, o güzelim kumsalı
okşuyordu…
Plaj, güzelliğinden emin,
gözlerini kırpıştırarak etrafına bakındı. Martılar zarif görünümlerine yakışmayan
sesleriyle süzülürken bulutların arasına, arkadan dağların bir yerlerinden
birkaç koyun melemesi yankılanıyor, horozların; ‘sabah oldu artık’ ötüşleri
duyuluyordu…
Böylesine sakin, sessiz bir
yerde olmak ne büyük mutluluktu…
Yaşamak ne güzeldi…
‘’Güzel sıcak bir gün başlıyor’’ diye mırıldandı kendi, kendine plaj…
Ama o da ne?
Birkaç mil ötede hafif bir sis kümesinin içinden koca, koca gemiler
belirmiş; üzerinden uçaklar geçiyor, dayanılmaz bir gürültü çıkarıyordu…
Hiç tanımadığı bu gemiler
yaklaştıkça kıyısına, içlerinden ilk defa gördüğü giysilere bürünmüş, yağız
çehreli, etraflarına kısılmış ama kararlı gözlerle bakan insanlar denize
atlamaya başlamışlar! Giderek çoğalıyor, yüksek sesle ‘Allah’ın’ adını
anıyorlardı…
İşte o güzelliklerle dolu plaj
acı, acı ağlamaya başladı…
Debelendi, çırpındı, yalvardı!
Ve…
O sabah hiçbir şeyin farkına varamadan öldü..!
Gerçek o ki; savaş başlamıştı…’’ (Bk: Girne’den Doğan Güneş-Atilla
Çilingir, 1997)
Temmuz ayının
20’sinde o güzel hafta sonunda, turizmin cenneti Kıbrıs’a; Türk
paraşütçülerinin atlayış yapacağı, helikopterlerle adaya inen komandoların
görüneceği, o güzelim koya çıkan Deniz Piyade Birliklerimizin, Girne
sahillerine çıkabileceği hiç kimsenin aklına dahi gelmemişti…
Zaten Rumlar da adaya çıkartma
yapılamayacağına, Beşparmak Dağlarının geçilemeyeceğine o kadar çok
alıştırmışlardı ki kendilerini!
Harekât başladıktan 3 saat sonra Rum
kuvvetleri alarm durumuna geçirilebilmişti! Tam bir baskın anıydı…
İşte bu 3 saatlik gecikme bizim çok işimize
yaramış; paraşütçülerimiz ağır bir kayba uğramadan atlayışlarını tamamlamışlar,
helikopterlerimiz kayıp vermeden indirme bölgesine gelmiş, çıkartma
birliklerimizin ilk dalgası en az zayiatla kıyı başını tutmayı başarmıştı…
Rumlar şaşkındı, Yunan Cuntası şaşkın…
Dünyanın gözü, kulağı tüm haber kanalları adaya odaklanmış, İngiltere, Amerika,
Rusya; Türkiye’nin böylesi bir adımı nasıl attığına bakakalmıştı…
Artık kader çizgisi yeniden yazılmaya
başlamıştı adanın…
Dudaklarda dualarımızla başladık adaya inmeye,
korkusuz yürekleriyle binlerce Mehmetçik… Tek bir amaç vardı: Türkleri
kurtarıp, adaya barış getirmek…
Çok geçmeden savaşın acımasızlığı adanın
tamamına yayılmış, pek çok masum sivil Türk’ün katliam haberleri gelmeye başlamıştı.
Rumlar, tıpkı ‘’1963 kanlı Noel olaylarında’’
olduğu gibi sivil Türk halkını acımasızca öldürmeye başlamışlardı.
Ama artık adada Türk askeri vardı. Kıbrıs
Türk’ünü yıllar boyunca kahramanca savunan Kıbrıs Türk Mücahitleriyle birleşme
sağlanmış; kısa bir süre içinde adada inilen ve çıkılan bölgelerin tamamı
kontrol altına alınmıştı.
20
Temmuz’da Girne’den doğan ‘özgürlük güneşi’ çok geçmeden Kıbrıs Türklerinin
yaşam geleceğini de aydınlattı.
14 Ağustos 1974 de başlayan
2’nci harekât sonrasında da, adanın bugünkü haritası da çizilmiş oldu…
498 vatan evladımız bu uğurda seve seve canlarını feda ettiler. Şu anda
o gazi toprakların serdarlığını yapıyorlar.
Benim gibi binlercemiz Gazi olduk; bugün
milletimizin emrinde o günlerin gururunu taşıyoruz.
O savaş döneminin ardından neredeyse tam yarım
asır geçti.
Bu uzun süre, adada çok şeyi de değiştirdi..!
Zaman bu, tabii ki değişecek…
Ama ne
yazık ki, adada değişmeyen tek şey; Rumların uzlaşmaz tutumu olarak kaldı. Hala
adanın sahibi gibi davranıp, Kıbrıs Türk Halkına azınlık muamelesi yapmanın
peşindeler.
Hala uluslararası camiayı peşlerine takıp, Türkiye’nin garantörlük
hakkını nasıl kaldırırız, Türk askerini adadan nasıl çıkarırız oyunlarını
oynamanın gayretindeler.
Ama bilmiyorlar, anlamıyorlar,
öğrenemediler!
Adayı ele geçirmek için oynadıkları tüm oyunlar, 20 Temmuz 1974’te bitti…
Yıllar önce Türk
Ulusunun milli menfaatlerini korumak, adada yaşayan Kıbrıs Türk’ünün yaşam
geleceğini aydınlatmak adına; ‘’Girne’den Doğan Güneş’’, ‘özgürlük güneşi’ bir
daha batmayacak artık...
Şu hususu da; tarihe not düşerek bir kez daha hatırlatmak gerekir:
‘’Ne zaman geleceksin? Bu
kaçıncı Bahar?’’ şarkısını söyleyerek, yıllarca Türklerle alay eden Rum tarafı;
aynı çılgınlığı bir kez daha yapacak olursa eğer!
Unutulmasın ki,
Türk Milleti Kıbrıs konusunda:
‘’Bu kadar yürekten çağırma beni; bir gece ansızım gelebilirim’’
diyecek kadar hala çok güçlü ve kararlıdır…