O GECE - 5

30.04.2021
  Bilinçaltında saklı kalan düşünceleri, Ankara’daki yaşam kareleri, yüreğini yakan sevdiklerinin özlemi rüyası olmuş; hepsi birden canlanıvermişti… Her şey ama her şey gözlerinin önünden geçiyordu:

‘’Şark hizmetinin sona ermesiyle atandığı yeni görev yerine eşyalarıyla birlikte geldiğinde Ankara’nın kuru sıcaklığı bir alev gibi yüzünü yalayıvermişti! Eleşkirt’in kutup soğuğundan, Ankara ovasının yakıcı sıcaklığına diye düşündü…

Mesleği böyle bir şeydi işte! Yıllar yılları kovalarken; hiç karşılaşmadığı kadar soğuklar içinde geçen bir yaşamı tattıktan sonra, şimdi de Ankara’nın kavurucu sıcaklığını yaşayacaklardı. Öğlen güneşi Çubuk ilçesine çökmüş, sıcaklık 30 dereceyi gösteriyordu…

Bu düşünceler girdabından çıkabilmek için saatine bir kez daha baktı; on iki olmuştu bile; şimdi herkes öğlen yemeğindedir diye düşündü…

Eşyalarını taşıyan kamyon şoförüne kısık bir sesle; ‘’Ahmet kaptan, sen hele şöyle bir sağa çekiver’’ dedi. Yorgunluktan bitkindi; dili damağı kurumuştu… Kolay değil Eleşkirt’ten, Ankara’nın Çubuk ilçesine gelmeleri bir buçuk gün sürmüştü. O süreçte ömründen ömür gitmiş, ne çok şey yaşamıştı!

           Yaşadıkları geldi gözlerinin önüne, derin bir of çekti; Eşyalarını Eleşkirt’ten bulduğu bir kamyona yüklemiş, o da eşyalarıyla birlikte Çubuğa hareket etmişti. Bulduğu kamyonun şoförü orta yaşlarda ama yıllarını Doğu Anadolu’nun engebeli ve sarp yollarında geçirmiş, halden anlayan bir şoföre benziyordu.

         Yıldırım Üsteğmen eşyalarının nakli için Eleşkirt çarşısına inip de Ankara’ya girebileceği bir kamyon aradığını söylediğinde, çarşı esnafından tanıdığı Hüseyin Ağa onu tavsiye etmişti.

Adı: Ahmet kaptandı. Doğu görevini bitirip de batıya tayin olan bütün subay ve astsubaylar, çarşıda nakliye kamyonlarının uğrak yerini çalıştıran Hüseyin Ağa’nın kahvesine uğrar, nakil işi olup olmadığını ona sorarlardı. O da ona gelen taleplere göre ama kamyon şoförünün de özelliklerine göre iş var ya da yok derdi!

         İki gün önce Yıldırım Üsteğmen Hüseyin Ağanın kahvesine uğrayarak, Ankara’nın Çubuk ilçesine tayini çıktığını, eşyalarını buraya götürecek bir kamyona ihtiyacı olduğunu Hüseyin Ağaya söylemişti.

İşte o kamyon yola çıkacakları sabah erkenden lojmanlar bölgesine gelmiş, Üsteğmenin ev eşyaları yüklenmiş, yola çıkmaya hazırdılar…

         Yıldırım Üsteğmen son bir kez daha üç yıl oturdukları lojmana girdi. Boşalttığı dairesini son bir kez daha dolaştı. Odalar boştu ama bu odalarda geçen üç yılın anıları onunla birlikteydi, onlarda Çubuğa gitmeye hazırdı…

Kamyona döndü, ‘’Tamam Ahmet Kaptan. Hareket edebiliriz.’’ Ahmet Kaptanın yanındaki boş yere oturdu. ‘’hoşça kal Eleşkirt’’ dedi. Kamyon yavaşça hareket etti. Ankara istikametine doğru sürecek 1200 kilometrelik yolculukları başlamıştı…

Öncelikle Eleşkirt’i, Erzurum’a bağlayan Ağrı – Erzurum transit yolunu takip edecekler, sonrasında da Sivas üzerinden Konya-Ankara yolunu izleyeceklerdi… Herhangi bir aksaklık olmaz ise iki gün sürecek bir yolculukla Ankara’nın Çubuk ilçesine gelmeyi planlamışlardı.

           Ahmet kaptan hoş sohbet bir şofördü. Yol boyunca yıllar içinde yaşadığı ilginç olayları, özellikle Doğu Anadolu’nun zor kış şartlarında yolların zorluğunu, yolda kalış öykülerini anlatıyor ama bu arada insanlarımızın ne kadar yardım sever olduklarını da anlatmadan geçmiyordu. Gerçekten de güzel Anadolu’muzun yiğit insanları, öylesine yardım sever, öylesine gönlü zenginlerdi ki, hele ki yolda kalan bir araç olsa, bu araçta mahsur kalan insanlar bulunsa, onlara yardım etmek için adeta birbirleriyle yarış eder, onlara tanrı misafirimiz der, yere göğe sığdıramazlardı…

       Eleşkirt’ten hareket edeli üç saat olmuş, Yıldırım Üsteğmen’in bu yolda en çok çekindiği Tahir Geçidinden az önce geçmişlerdi…

           Tahir geçidi, mevsim ne olursa olsun o an ne yapacağı hiç belli olmazdı. Kimi zaman bu geçitte aniden kar fırtınasında, kimi zaman göz gözü görmeyen bir sis bulutu içinde kalırdınız, geçidi aşmak için bazen saatlerce beklediğiniz olurdu. Neyse ki, bölgenin en tehlikeli geçidini herhangi bir sorun yaşamadan aşmışlar, Erzurum istikametine doğru yol alıyorlardı… Bu esnada Ahmet Kaptan da yolun her iki tarafında yükselen dağlara adeta sitem eder gibi inceden, inceye bir türkü söylemeye başlamıştı…

           Yıldırım Üsteğmen bir an ne zor meslek şu kamyonculuk diye düşündü. Öyle ya, her yolculuk esnasında yüzlerce kilometrelik yolu aşmak zorundaydı. Eşlerinden, evlatlarında haftalarca ayrı kalmak da bu işin başka bir yüzüydü… Ama ekmek parası kazanmak öyle kolay değildi ki… Ancak kamyon şoförlüğü gerçekten de çok zor bir işti. Ahmet kaptan da bunlardan bir tanesiydi işte…

             Birkaç saat daha yol aldıktan sonra, bir benzinci de durdular. Yola çıkalı 7 saat olmuştu. Bir süre soluklanıp, ihtiyaçlarını giderdikten sonra yola devam edeceklerdi.

İkisi de kamyondan indi, benzincinin yanında çay içilen bir yer vardı. İçeri girip, iki çay söylediler. Ama önce tuvalet ihtiyaçlarını gidermeleri gerekiyordu…

Yıldırım Üsteğmen saatine baktı; havanın kararmasına iki-üç saat kalmıştı. Ama onlarda Erzurum’a oldukça yaklaşmışlardı. Geceyi Erzurum’da geçirecekler, ertesi sabah gün doğmadan Sivas’a hareket edeceklerdi. Nihayet hava karardığında Erzurum’a girdiler. Burada konaklayacaklardı ama nerede kalacaklardı? Yıldırım üsteğmen ‘’ben ordu evinde kalabilirim’’ ama Ahmet kaptan nerede kalacak diye düşündü! En iyisi her ikisinin de araçta kalmalarıydı. Zaten sabah gün doğmadan yola çıkacaklardı.

            Kamyonu şehrin girişinde kamyon ve tır araçlarının park yeri olarak kullandıkları yere park ettiler. Yakın bir yerde sıcak bir kap çorba içip, tekrar kamyona döndüler. İkisi de çok yorgundu. Biraz sohbet ettikten sonra her ikisi de şoför mahalline kıvrılıp uykuya daldılar. Bahar mevsiminin ılık havası buralara henüz gelmemiş, Erzurum’un gecesi bir hayli soğuktu. Ahmet kaptan araçta kullandığı battaniyelerden birisini Üsteğmen Yıldırım’a verdi. Uykunun sıcaklığına sığındılar. Birkaç saat de olsa uyumak onlara iyi gelecekti… Ancak geceyi kâh uyuyarak, kâh araçların motor sesinden uyanarak geçirdiler. Her ikisi de uyandığında etraf henüz aydınlanmamıştı.

Ahmet Kaptan;

-Günaydın Üsteğmenim. İsterseniz hemen yola koyulalım. Zira park yerinde geceleyen araçların çoğu az sonra yola çıktığında önümüzde uzun bir konvoy olacak. Bu sıkışıklığı aşarız, sonra da İlk benzincide durur hem bir çay içeriz, hem de mazot alırız, dedi.

Yıldırım Üsteğmen;

-Tamam, kaptan. Sen daha iyi biliyorsun bu yolun usullerini, dedi.Yola koyuldular…

             Önce Sivas’a, oradan da Ankara’ya gideceklerdi. Daha yolun üçte birini aşmışlar, daha gidecekleri yüzlerce kilometrelik yolları vardı. Bu zorlu yolculuğa Ahmet kaptan alışkındı ama Yıldırım Üsteğmen ilk kez böylesi bir yolculuk yapacaktı…Saatlerce yol aldılar. Kimi zaman durdular yemek molası dediler, kimi zaman ihtiyaç molası verdiler. Erzincan’ı çoktan geçmişler Sivas’ın Zara ilçesine doğru yol alıyorlardı. Aniden kamyonun sarsıldığını ve sağ arkasının çöktüğünü hissettiler!

Ahmet kaptan;

-Eyvah! diye bağırdı. Sağ arka lastik patladı…

Bu hiç beklenmedik durum karşısında Yıldırım Üsteğmen de;

-Yapma kaptan diye bağırdı!

Ahmet kaptan aracı hemen yolun sağına çekti. Her ikisi de araçtan aşağıya atladılar, sağ arka tekerleğin yanına geldiklerinde lastiğin parçalandığını gördüler.

Ahmet kaptan;

-Şimdi hapı yuttuk işte, dedi. Hem kamyonun, hem de eşyaların ağırlığını çekecek kriko ara ki bulasın!

Yıldırım Üsteğmen;

-Ne yani, krikon yok mu kaptan dedi.

Ahmet kaptan;

-Kriko var da, eşyaların yükünü de hesaba katarsak, lastik değişimini yapabilir miyim bilemem? dedi.

Yapacakları tek bir şey vardı! Yoldan geçen araçlardan yardım isteyeceklerdi. Onlar da öyle yaptılar…

Arkalarından gelen bir tır aracını durdurup, durumlarını anlattılar, ancak tır şoförü acelesi olduğunu söyleyip, yanlarından uzaklaştı. Birkaç araçtan da aynı yanıtı aldıklarında umutları iyice azalmış, ne yapacaklarını bilemez duruma düşmüşlerdi…

O sırada bulundukları yere küçük bir kamyonet yanaştı! Araçtan orta yaşlarda yağız yapılı bir adam indi. Yanlarına geldi;

-Hayırdır, arkadaşlar? Yolda mı kaldınız, dedi.

Ahmet kaptan;

-Arka lastik patladı, krikomuz var ama kamyon eşya yüklü, o nedenle aracın ağırlığını taşımayacağından, biz de geçen araçlardan yardım istiyoruz ancak şu ana kadar yardım eden de çıkmadı, dedi. Kamyonetten inen adam;

-Ben yakın köyün muhtarıyım, size yardım etmek boynumuzun borcu. Ben şimdi köye gideceğim. Bizim köyde tır şoförü olan bir arkadaş var. Dün gece aracıyla birlikte köye geldi. Onun aracında güçlü bir kriko vardır mutlaka, onunla birlikte döneceğim. Biraz bekleyin bakalım, diyerek aracına bindiği gibi hızla yanlarından ayrıldı.

Birkaç saat geçtikten sonra muhtar sözünü tutmuş, yanında iki arkadaşıyla birlikte yanlarına dönmüştü.

Hemen araçlarıyla getirdikleri güçlü krikoyu, Ahmet kaptanın sağ arka tekerleğine koydular, patlak lastiği, yedek lastikle değiştirdiler. Kısa bir zaman sonra araç yola çıkmaya hazırdı.

Yıldırım Üsteğmen, insanların bu yardım severliği karşısında ne diyeceğini bilememenin şaşkınlığı içinde muhtara dönüp,

-Borcumuz ne kadar muhtar bey, dedi.

Muhtar şaşkın ve kızgın bir ifadeyle;

-Ne borcu genç arkadaşım? Biz insanlık vazifemizi yaptık, bunun karşılığı para olmaz. Bir teşekkür yeterlidir.

Yıldırım Üsteğmen bu cevap karşısında çok mahcup olmuştu. Önce ne diyeceğini bilemedi. Sonra da;

-Kusura bakmayın muhtar bey, ne diyeceğimi bilemiyorum. Ben şark görevinden Ankara’ya tayin olan bir üsteğmenim. İlk kez böylesi bir yolculuk yapıyor, ilk kez böyle bir olay yaşıyorum. Size yürekten teşekkürler, sağ olunuz, Allah sizlerden razı olsun, dedi.

Muhtar, araçtaki eşyaların bir üsteğmene ait olduğunu öğrenince, yüzünde babacan bir görüntü belirdi…

-Şunu baştan sormadım ki! Demek sen de benim oğlum gibi genç bir subaysın desene. O da İzmir’de görevli. Bak şimdi her şey daha da güzel oldu. Haydi, bakalım şimdi doğru bizim köye. Sizi köyde misafir etmeden asla bırakmam.

Yıldırım Üsteğmen;

-Bir meslektaşımın babasını tanıdığıma çok memnun oldum. Ancak yolumuz çok uzun, davetinize çok teşekkür ederiz. Ama ne olur bir an önce yola koyulalım ne olur kırılmayın olur mu? dedi.

Muhtar;

-Anlaşılan ısrar etsek de işe yaramayacak ama sen de haklısın evlat, zaten günün yarısını çoktan geçtik. Ankara’ya daha bir hayli yolunuz var. Hadi öyleyse uğurlar ola, bir an önce yola çıkın ki, Sabah saatlerinde Ankara’ya varasınız.

Hepsi sırayla kucaklaştılar. Yıldırım Üsteğmen;

-Muhtar baba sağ olasın, seni hiç unutmayacağım, Allaha emanet ol. Yolun bir gün Ankara’ya düşerse Çubuk Alayında görevliyim, mutlaka beklerim, dedi.

Ahmet kaptan da teşekkür edip, helallik aldıktan sonra yola koyuldular.

Araca bindiklerinde ikisi birden; uzun, uzun Anadolu insanımızın ne kadar çok misafirperver olduğunu konuştular.

               Hava iyice kararmış, uzun yolculuklarının son bölümü başlamıştı. Gece boyunca yol aldılar, en nihayetinde Ankara’ya gelmişlerdi. Ankara girişinde bir mola verdiler, sabahın ilk ışıkları çevreyi aydınlatmış, sıcak hava kendini iyiden iyiye hissettirmişti… İkisi de çok yorulmuştu, uykusuzlukları had safhadaydı. Ellerini yüzlerini yıkayıp az da olsa kendilerine geldiler. Sonra da mola verdikleri yerin bahçesindeki ağaçların altına oturup, güzel bir kahvaltı yaptılar…

Verdikleri moladan sonra, Çubuk ilçesine hareket ettiler.

           İşte nihayet Ankara’daki yeni görev yeri Çubuk İlçesine gelmişlerdi…İlçenin girişinde ‘’Çubuk-Nüfusu 12.500’’ yazılıydı… Ana yoldan ilerlediler, kısa bir süre sonra Alay binası göründü… Yeni görev yerinin giriş kapısının tam karşısındaydılar.

           Yıldırım Üsteğmen, alayın girişine şöylece bir baktı! Oldukça haşmetli, modern yapıların yer aldığı bir görüntü karşılamıştı onu… Eleşkirt’teki birliğinden sonra oldukça yeni bir Alay diye düşündü.

Kamyonun kapısını yavaşça açarak araçtan indi. Ahmet kaptana beklemesini söyledi. Kader çizgisine yön verecek yeni birliğinin nizamiyesine doğru, yavaş, yavaş yürümeye başladı…

           Alayın girişindeki nöbetçilere kendisini tanıttı. Alay binasına doğru yürüdü. Merdivenleri ikişer, ikişer sıçrayarak çıktı. Bir an önce Alayın Komutanıyla tanışmak için oldukça heyecanlıydı! Alay Komutan makamının bulunduğu odanın önüne geldiğinde; onu Alay Sancağının saygı nöbetçisi karşıladı. Sancak nöbetini tutan koç gibi bir Mehmetçiğin varlığı, insana büyük bir güven, gurur veriyordu.
"Kıbrıs" Diğer Yazılar