DENKTAŞ…
(Evet, biliyorum; bu uzun bir yazı oldu!
Ama Denktaş adı, kısa bir yazıya sığmazdı ki… 13 Ocak 2012’den sonsuza…)
Ebediyete intikalinin 6’ncı
yıldönümünde; o büyük ‘Özgürlük Savaşçısının’, Devlet Adamının, Türk Milletinden aldığı
güç ve Kıbrıs Türk’üne olan sarsılmaz inancıyla vermiş olduğu mücadele
sonucunda, ata yadigârı ‘o gazi topraklarda’, kan çanağından bir devlet çıkardığı
gerçeğinin altını çizerek. Onu; minnet ve hasret duygularıyla anıyorum.
Mekânı cennet olsun. Vatan ona
minnettardır.
O; ‘Toros Dağlarının’ yüceliğine, ‘Karkot Deresinin’özgürce akışına sevdalıydı. Son nefesine
kadar Kıbrıs Türk Halkının özgürce yaşamı ve bağımsızlığı için
direndi, mücadele verdi ve sonunda kan çanağından bir devlet
çıkardı.
Yaşamının hiçbir döneminde Anavatan Türkiye’den, Türk
Milletinden ve Mehmetçikten asla vazgeçmedi…
Rauf Raif Denktaş. Kıbrıs Milli Davamızın
lideri.
Adı; ‘Türk Dünyası Tarihine’ altın harflerle yazılan bir
devlet adamı, halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını
dirençle savunan bir özgürlük savaşçısı, K.K.T.C Devletinin Kurucu
Cumhurbaşkanı.
İyi bir hukukçu, şair, yazar, fotoğraf sanatçısı, iyi
bir eş ve baba, duygusal kişiliğini doğaya, doğanın içinde ki tüm dostlara
yansıtan bir kişi.
Yukarıda sıralamaya çalıştığım bu kadar çok niteliği
bir arada toplayan, 88 yıllık ömrü boyunca, Türk Milletinin ve onun ayrılmaz
parçası Kıbrıs Türk Halkı için gerçekleştirdiği başarılarıyla; adını tarih
sayfalarına, Türk Milletinin, Kıbrıs Türk’ünün başarıları için çarpan
yüreklerimize kazıyan bir lider,
Denktaş.
Ata yadigârı Kıbrıs adasının son
Bayraktarı…
Mücadele yıllarında, Rumların neden olduğu kan ve ateş
bulutlarının sarmaladığı toplumuna umut veren, Türk Milletine olan inancıyla,
Mehmetçiğe olan güveniyle, Rum’a asla ve hiçbir dönemde diz çökmeyen
direnişçilerin lideri; ‘Toros’…
Ömrünün neredeyse tamamını Kıbrıs Türk
Halkının adada ki var oluş mücadelesine adamış, ‘Özgürlük Savaşçısı’ Denktaş’ın,
ebediyete intikalinin 6’ncı yıldönümü bugün…
44 yıl önce Kıbrıs’ta:
Kıbrıs Türk Halkının Rumlar tarafından topyekûn
imha edilmesini, adanın Yunanistan’a bağlanmasını, Lozan’da kurulan Türk-Yunan
dengesinin bozulmasını önlemek adına;
20 Temmuz 1974 tarihinde garantörlük hakkını
kullanarak adaya müdahale kararı alan dönemin T.C Hükümetinin, bu savaşa
gönderdiği TSK Birlikleri içerisinde Bölük Komutanı olarak görev alan ben;
rahmetli Denktaş’ı o yıldan beri tanıyordum.
Ama o büyük devlet ve dava adamını, ‘İnsan
Denktaş’ı’ iyice tanımam, ona daha yakın olmam; kendisinin Cumhurbaşkanlığı
görevindeyken 1994 yılında, bana ait savaş anılarımı toplatarak
Lefkoşa’da bastırdığı, “Özgürlük Nefesi’’ adının verildiği kitabım vesilesiyle
olmuştu. Cumhurbaşkanlığı görevini bırakmasıyla başlayacak, aynı davayı
savunmak için yemin eden ‘İki Kıbrıs Gazisi ’ olarak, bu yakınlığımız son nefesine
kadar devam edecekti.
Sanki aramızda özel bir iletişim kurulmuştu. Her
yazdığım makaleyi, Türkiye’den çalışma ofisine göndererek, o büyük insanın
yorumuna arz ediyor; Kıbrıs konusuyla ilgili güncel ve tarihe ışık tutacak
değerli görüşlerini alıyordum.
Öylesine nazik, öylesine öğretici ve öylesine bilgi
doluydu ki, onun yanında geçen zamana unutamayacağım anılar sığdırarak,
böylesine tarihe mal olmuş bir devlet adamının çok yakınında bulunabildiğim
için kendimi çok şanslı addediyorum.
Kıbrıs konusunda kendisinden öğrendiğim doğruları,
Kıbrıs Milli Davamıza damgasını vuran olayları, tarihe yazan ve tarihe mal
olmuş bir ‘Türk
Büyüğünden’ dinlediğim
için, can liderimle birlikte geçirdiğim yılları, bu süreçten bana kalan
anıları, ömrümün en önemli, en değerli kazanımı olarak
görüyorum.
Unutulmasın ki, Kıbrıs adası elimizden kayıp
gitmemiş, hala üzerinde ay yıldızlı bayraklarımız şan ve şerefle
dalgalanıyorsa; Kıbrıs Türk Halkı adada özgür ve bağımsız bir devlet olgusu
içinde yaşayabiliyor ise;
Bu milli ve ulvi değerleri,
Öncelikle bu uğurda hayatlarını seve, seve
feda eden şehitlerimize,
50’li yıllardan son nefeslerine kadar,
Kıbrıs’taki tarihsel ve hukuki kazanımlarımız için yılmadan çalışan, çabalayan;
tarihin hiçbir döneminde Rum tarafına diz çökmeyen,
Daima anavatanları Türkiye’ye ve Türk
Milletine güvenen Kıbrıs Davasının simge isimleri Dr. Fazıl Küçük, Rauf Raif
Denktaş ve dava arkadaşlarına;
Ve tabii ki, bu uzun süreçte Kıbrıs
Konusunu Türk Ulusunun vazgeçilmez en önemli sorunu olarak gören, bu konuyu
milli menfaatlerimize uygun bir şekilde her platformda yılmadan savunan
siyasetçilerimize borçluyuz.
Denktaş’ın vefatı; o tarihte beni öylesine etkilemişti
ki, sanki öz babamı kaybetmiştim. Çünkü özellikle kendisiyle aktif siyaset
hayatını bıraktıktan sonra aramızda çok önemli bir güven, sıkı bir dostluk bağı
oluşmuştu.
Değerli Cumhurbaşkanımın etrafında çok insan vardı.
Kimileri dava arkadaşları, kimileri onun adından istifade ile bir takım talep
peşinde olan siyasetçiler, kimileri onun engin deneyim ve bilgilerini öğrenmek
isteyenler, kimileri sanat çevresinden, kimileri dış dünyadan, kimileri
gazeteci ve yazar ama en çok da gençler…
Can liderim Denktaş; özellikle gençleri çevresinde
gördüğünde gözleri parlar, adeta onlarla gençleşirdi. Yanına gelen herkese
istedikleri konuda yardım etmeye çalışır, hiç kimseyi geri çevirmezdi.
O öncelikle mükemmel bir insan ve hayatını savunduğu
davasına adamış büyük bir liderdi. Ve mükemmel bir aile reisi, sevgi
dolu bir eş, davası uğruna çocuklarına yeterince zaman ayıramadığının hüznünü,
acısını kalbinde hisseden, son nefesine kadar bu hüznü taşıyan çok iyi bir baba… (Ki,
bu özelliğinin en yakın ve canlı tanığı olmuş, 27 Aralık 1985 tarihinde bir
trafik kazasında(bu kazanın oluş şekli üzerine çok yorum yapılmış,
kanıtlanamayan pek çok şey ortaya atılmıştır…)kaybettiği büyük oğlu Sevgili
Raif Denktaş’ı; kaza sonrasında Lefkoşa Burhan Nalbantoğlu Hastanesine
getirdiklerinde; o dönemde adada ki görevim nedeniyle, Sn. Denktaş’ın, Değerli
Eşi Aydın Hanımın bir anne ve baba olarak çaresizliklerini o büyük acılarını,
onlarla birlikte yaşamıştım.
Kısacası Sn. Denktaş; insan olabilmenin tüm üstün
niteliklerini kendisinde toplamış değerli bir faniydi.
Cumhurbaşkanlığı görevini bırakıp da, aktif siyaset
arenasından çekildikten sonra, herkes onun bir kenara çekilip, emeklilik dönemi
yaşayacağını sanmıştı!
Ama o; sevdalısı olduğu ata yadigârı o topraklarda bir
devlet kurmuş, Kıbrıs adasının yakın tarihini yazmış, halkının özgürce yaşam
hakkı için inançla direnmiş, mücadele etmiş, bu uğurda ölmek pahasına yola
çıkmış bir dava adamıydı.
Ona göre yapılacak daha çok şey vardı…
17 Nisan 2005 tarihinde Cumhurbaşkanlığı görevini
bıraktıktan sonra, kendisine tahsis edilen birkaç kişilik çalışma arkadaşıyla
birlikte Lefkoşa Köşklü Çiftlikteki çalışma ofisinde başlayacağı yeni çalışma
süreciyle birlikte; bilge kişiliğinden taşan tarihsel doğruları; öncelikle
kendi halkıyla, sonrasında ise; Türk Milletiyle paylaşmaya devam
edecekti.
Sn. Denktaş, o süreçte belki de ilk
kez bir Türkiye Cumhuriyeti Hükümetiyle görüş ayrılığına düşmüştü! Bunun
hüznünü ve hayal kırıklığını daima hissetti.
O ki, Anavatan Türkiyesiz hiçbir şeyin
başarılamayacağını tarihin akışıyla gören, yaşayan, bu gerçeği çok
iyi bilen, Kıbrıs konusunda ardında bıraktığı yarım asrı aşkın aktif siyaset
sürecini, Türkiye’deki hükümetlerle uyum içinde geçiren bir lider olarak;
Özellikle AB müzakere sürecinin başlamasıyla
birlikte, ortaya çıkan Annan planına karşı çıkması, bu süreçte
K.K.T.C’de yaşananlar, (Bk. “Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka,
K.K.T.C’nin 2002-2005 Ver Kurtul Belgeseli’’ isimli kitabım.) Kıbrıs
konusunda yıllardan beri vermiş olduğu mücadelenin, savunduğu ilkelerin ve
kendi siyasi tercihlerinin, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın siyasi görüşü
ve tercihleriyle örtüşmediğini görmüş. Kıbrıs konusunda, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetiyle uyumsuzluk yaşandığı görüntüsünü vermemek adına;
Gerek kendisinden sonra Kıbrıs konusuna çözüm
üretebilecek yeni siyasetçilerin önünü açmak için, gerekse, Türkiye Cumhuriyeti
hükümetinin bu müzakere sürecinde elini kolaylaştırmak için aktif siyaseti
bırakma kararı almıştı.
İşte bu özellik, bir devlet adamında
olması gereken en önemli nitelikti. Bu nitelik, Sn. Denktaş’ta fazlasıyla
vardı.
Bu niteliklerinden birisini anlatan küçük
bir anıyı, siz değerli okurla paylaşmak isterim:
O büyük liderin kendisinden sonra seçilen 2’nci K.K.T.C
Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a görevini teslim etmeden önce, K.K.T.C Devletinin
21’nci kuruluş yıl dönümünde;
15 Kasım 2004
tarihinde Lefkoşa’daki tören alanında; Cumhurbaşkanı olarak son kez Halkına,
Türk Milletine, Rum tarafına ve tüm dünyaya seslendiği son törendi…
Bu törende yapmış olduğu konuşmasında; Kıbrıs Türk
Halkına, Türkiye’ye, Rum tarafına ve dünyaya seslenerek çok önemli mesajlar
vermişti.
Benim de tören alanında bulunduğum o
gün;
Rahmetli can Liderim Denktaş, her zaman
olduğu gibi tam zamanında tören alanına geldi.
Törene katılan birlikleri denetlerken
gözlerindeki bakışlar; Beşparmak Dağlarında efsaneleşen Mücahit Denktaş’ın
1963, 1964 direniş yıllarındaki kadar, 1974’te Mehmetçikle kucaklaştığı 20
Temmuz günündeki gibi kararlı ve dinçti.
Yıllar
boyunca, Mücahitleriyle birlikte omuz, omuza mücadele veren; ‘Saint- Hillarion’un’ zirvesinden Anavatan Türkiye’ye,
Torosların mor lacivert görüntülerine özlemle bakan o gözler;
"Cumhurbaşkanlığı görevim bitti ama daha henüz bu topraklara, ‘Bu Gazi Topraklar’ uğruna hayatlarını feda eden Şehitlerimize
olan borcum bitmedi" der gibi pırıl, pırıldı…
Gözlerini
her kapayıp, açışında bu dava uğruna vermiş olduğu mücadele; sanki bir film
şeridi gibi bakışlarının önünden geçer gibiydi…
Cumhurbaşkanı
olarak son kez selamladı; gerektiğinde uğruna ölmek için ant
içtiği, huzurlarında ‘Mücadele ve Cumhurbaşkanlığı’ yemini ettiği ‘Ay Yıldızlı, Al Sancaklarımızı’.
Törene
katılan birlikleri son kez denetledi. Mehmetçiğin, Mücahit’in hançeresini
yırtarcasına söylediği ‘Sağol’ sesini son kez işitti…
Ve
sonrasında şeref tribünün de yerini aldığında; gözleri dalgın ve hüzün
bulutlarıyla kaplanmıştı. Kolay değildi, bu devleti ne mücadeleler sonrasında
kurmuş, bir evlat titizliğiyle büyütmüş, ardında kalan o uzun mücadele
yıllarına, koskocaman bir ömür, türlü acılar ve zorluklar sığdırmıştı.
Ama
sonunda başarmıştı.
İşte
Devlet, İşte Millet. Tam karşısında duruyor, onu bir kez daha minnet ve şükran
duygularıyla selamlıyorlardı.
Can
liderim Denktaş; K.K.T.C’nin 21’nci kuruluş yıldönümünde vatandaşlarının
karşısına son kez Cumhurbaşkanı olarak çıktığında, ben de oradaydım.
Tam
iki koltuk arkasında…
Törende
yapmış olduğu konuşma; aslında halkına, devletine veda, tarih sayfalarına
düşülen not niteliğindeydi.
Konuşmasını
sonlandırırken; ‘halkı
ve doğup büyüdüğü topraklar için yaptığı her şeyi helal etti. Halkından da
helallik aldı…’ Bu
duygu yoğunluklu konuşmasıyla halkını Cumhurbaşkanı olarak son kez selamladı,
veda etti…
Konuşmasını
sonlandırıp, yerine oturduğunda; güneş gözlüğünün ardına sakladığı
gözlerinden akan iki damla yaşı kaç göz fark etmişti bilemem?
Ama
onun ne kadar duygusal bir kişiliği olduğunu bilen yüreğim; yaşamı acılarla
yoğrulan Can Liderimin yüreğinden kopup, gözlerini nemlendiren o iki damla yaşı
fark etmişti…
Sayın Denktaş; Cumhurbaşkanlığı görevini
teslim ettikten sonra köşesine çekilip, birilerinin istediği, umut ettiği gibi
sessiz, sedasız bir emeklilik süreci yaşamadı.
Aktif
siyaseti bıraktıktan hemen sonra, Lefkoşa Köşklü Çiftlikteki çalışma ofisinde
kendisini ziyaret ettiğimde; bundan sonrası için nasıl bir yol izleyeceğini
öğrenmek adına sorduğum sorulara, vermiş olduğu bilgi dolu yanıtlarında:
“Kıbrıs Milli Davamızın’’ doğrularını, bu konuda milletçe elde
etmiş olduğumuz hukuki kazanımlarımızı, hem adada, hem de Türkiye’de yine
millete anlatmaya devam edeceğini ifade etmiş;
Özellikle
siyasilerin bu konuyla ilgili atacakları her yanlış adıma karşı çıkacağını, bu
yanlışların nedenlerini yine Türk Milleti ve Kıbrıs Türk Halkıyla
paylaşacağını, çözüm adına ortaya konulan ‘Birleşik Kıbrıs’ çatısı altında tek egemenlik, tek
devlet, tek kimlik konusunun adada ki, Türklerin sonu olacağının altını kalın
harflerle çizmişti.
Sn. Denktaş; bu söylediklerini son
nefesine kadar uyguladı. Kıbrıs konusuna damgasını vurmuş bir devlet adamı
olarak, tecrübelerini paylaşmak adına AB sürecinde Annan planına karşı,
sonrasında ise; 2008 yılından itibaren taraflar arasında yeniden başlayan
Kıbrıs Müzakerelerinde yapılan yanlışları Türkiye’de Türk Milletine, adada
kendi halkına anlatmak için her platformu kullandı.
Asla
pes etmedi o bir direnişçiydi. O; müreffeh geleceği için yemin ettiği, bunun
için yıllarca çalışıp, çabaladığı vatan topraklarında tüm kurumlarıyla yaşayan
son Türk Devletinin hem kurucusu, hem de savunucusuydu.
O
nedenledir ki, köşesine çekilip, emekli hayatı yaşamayı tercih etmedi. K.K.T.C
devletinin yaşamsal gerçeklerini halkına ve özellikle Türk Milletine anlatmaya
devam etti.
Ama
günü geldi Anavatanım dediği Türkiye’yi yönetenlerden:
‘Kıbrıs davası Denktaş’ın şahsi davası
değildir.’, ‘Artık Kıbrıs konusunda tavizler
vermenin zamanı gelmiştir.’ Cümlelerini duyduğunda çok üzüldü.
Hele,
hele ‘Git
sen kendi ülkende konuş! Davanı git kendi halkına anlat…’ söylemini işittiğinde yüreği
paramparça oldu, kırıldı ama yanıt dahi vermedi. Çünkü o anavatanına ve
yönetimine sonsuz bir sevgi ve saygıyla bağlıydı.
Annan planı döneminde Kıbrıs Türk Halkının
zihnini bulandırmak adına verilen o parlak vaatlere, Kıbrıs Türk Halkına ‘evet’
demeleri için yapılan onca baskıya rağmen, o hep direndi. Halkına ve Türkiye’ye
yapılan yanlışları anlatmaya devam etti.
Annan
planı döneminde ‘Kıbrıs’ı
verelim kurtulalım.’Diyenlere:
o günlerde, öylesine bir yanıt verdi ki!
Aşağıdaki
o yanıt, ömrünü bu davaya adayan bir lidere, bir devlet adamına yakışır
nitelikteydi:
‘Ben vermem. Verecekse Türkiye versin!
Bu şerefsizlikse anlıma yazın…’’
Rahmetli
Denktaş ile ilgili olarak, bugüne kadar çok şey söylendi, yazıldı çizildi.
Hakkında çok kitap yayınlandı. Yaptıklarıyla, yapamadıklarıyla yine pek çok
kitaplar yazılacaktır…
Vefatından
bugüne, 6 yıl geçmesine rağmen; hala ona layık bir anıt mezar yapılmamış olsa
da?
O
Büyük İnsan;
Türk
Milletinin ve Kıbrıs Türk Halkının gönlünde anıtlaşan liderlik vasıfları ve
tarihi mal olmuş başarılarıyla,
Doğduğu
toprakların ‘o
yasemin kokulu gecelerini asla unutmayan’, ‘Karkot Deresinin’ özgürce akan sularının yoğurduğu
çocukluk ve gençlik anılarıyla coşan.
Doğa
ve doğa canlıları âşıklısı,
Hayatı
boyunca gönlünü yakan hürriyet ve bağımsızlık ateşini; Gazi Mustafa Kemal
Atatürk’ten, Anavatanı Türkiye’den, ‘Torosların’ ardından doğan güneşin ışıltısından alan,
Ve
en nihayetinde Anadolu’dan, Mehmetçikten gelen özgürlük nefesini; Beşparmak
Dağlarında soluyan bir direnişçi, büyük bir lider, Kıbrıs adasında son Türk
Devletini kuran, Türk Dünyasının büyük bir kahramanı,
‘Baba Türk Denktaş’ olarak anılacaktır…